‘This is the World’: Kendin söyle, kendin gül
Seçim maillerine girdiğimiz ve siyasi ittifakları konuştuğumuz bu günlerde, aktüel komedide bir ittifak oluştu ve ‘Bu Dünya’ Kazanç platformunda yerini aldı. Bunca yıkımdan sonra gülmeye ihtiyacımız var mı? Acıyı ne kadar ciddiye almalıyız, ne kadar ciddiye almalıyız? Hayata karşı ne kadar dengeli veya kayıtsız olmalıyız? Kendi adıma bir fikrim yok ama dizinin komedi anlamında çok şey vaat ettiğini ve “kağıt üzerinde” çok dikkat çektiğini inkar edemeyiz. ‘Burası Dünya’ senaryosunda ‘Futbol İşleri’nin de yazarı Bates Motel Pro ekibinden Volkan Öge ile sevilen Kalt ikilisi Erman Çağlar ve Ozan Akyol’u bir araya getiren filmin yönetmen koltuğunda oturuyor. ‘Beğen’ dizisi yönetmen koltuğunda Ömer Sinir oturuyor. Geniş oyuncu kadrosuyla 32 hikaye anlatıyor.
‘BU DÜNYA’ MİZAHI: KONSEPT, RAHAT, HATTA
Senaristlere baktığımızda aklımıza iki şey geliyor: Absürt alternatif mizah ve geyik muhabbeti. Seri, içten ve dinamik bir biçime, hikayenin gelip geçiciliğine dayanarak, bu başlıkların altını çizerek gelişigüzel skeçlerle vurguluyor. Peki, hikaye geçiciyse, nasıl akılda kalır? Hele hele o an sizi güldürmek için kurulmuş geyik muhabbeti değil mi? Bu noktada dizinin “hatırlanmak”la ilgilenmediğini, toplumsal sorunlardan ve yeni olaylardan sabun köpüğü antolojisi sunmayı amaçladığını anlıyoruz. Malzemesiyle dalga geçerek samimi dokunuşlar yapan ve bu nedenle hiçbir alanda sorumluluk üstlenmeyen seri, kendi konfor parkurunda ata biniyor. Dizideki bu samimiyetin ve geyik sevgisinin garantörü ise ilk konu olan absürt alternatif mizahtır. Nedir bu mizah ve neden ortada iki terim kullanma gereği duydum, açıklamaya çalışayım.
Kalt ve Bates Motel Pro’da gördüğümüz ortak nokta absürde odaklanamamanın ama absürde odaklanamamanın rahatlığıyla alternatif bir mizah dili kullanmaları. Yani dillerinde varoluşsal anlamda saçmalık, tuhaflık, rastgele entelektüel arayış yoktur, olayların saçmalığı üzerine geyik denemeleri ve yarı kurmaca, yarı gerçek hayattan goygoy sahneleri izler ve dinlerler. Gülmekten zevk alıyor gibiler. Gülerken eğlenmek de üretim sorununu ortadan kaldırıyor ve ticari komedilerin kısıtlılıklarını bir nebze de olsa aşmaya yardımcı oluyor. Güldürürken düşündürmek, para kazanmak vs. Endişeler insanı güldürürken, yerini gülmek ve eğlenmek için yüce hedeflere bırakır. Bu genç ve dinamik mizahı alternatif yapan unsur, her şeyden önce üretimle yüzleşmesi; üretim sorumluluğundan ve ölçeğinden mümkün olduğunca kaçınmak. Bu açıdan söz konusu komedi setlerinin ve skeç kolektiflerinin ulaştığı en değerli şey, spontane (hayatın her yönünü değerlendiren) ve alternatif (yeni bir çağdaş yaratan) mizah alanı açmaktır. Ancak bu başarı, hayattaki saçmalıkların gerilla taktikleri tarafından keşfedilmesini engeller. Çünkü daha önce de vurguladığımız gibi açtıkları alan, atların rahatlıkla koşulabileceği bir parkurdan oluşuyor. Yani üretim yok ama izlenen bir yön, yerleşmiş bir düzlem var, üstelik popüler tabirle bir kavram (kavram) var.
Çağdaş sanat eserlerinin “kavram” etiketiyle bir mekana sıkıştırılması bir yana, günümüz komedisi de giderek konsepte hapsediliyor. Konsept; Süreleri kısaltır, bölümleri skeçlere çevirir, dilin inceliklerini, özlü ve yer yer geveleyerek geçen ifadeleri, suskunluktan kaynaklanan jestleri, şakşakçı sahneleri dayatarak yaratıcılığı engeller. Uzun süredir sırasını bekleyen “alternatif mizah”ın merceğini olaylara çevirirken, olaylarda bir seçmeye gidiyor ve daha “samimi” bir şekilde yola çıkan komedilerden kaçınıyor. a noktasından b noktasına kadar gerçeği “güldürmek”. Aslında “yayıncılık anlayışı” fikrinin, yani günümüzde (çoğu) kapalı olan veya halk üzerindeki gücünden uzak olan mizah dergilerinin yayın ilkelerinin bu resimde büyük payı vardır. . 2000’li yıllardaki LeMan kırılmasından alternatif mizah temsilcilerinin de etkilendiğini ve seçici/gözlemci bir bakışla dilini sabitlediğini söyleyebiliriz. Bu durum “yabancı”dan önce yerliyi, “saçma”dan önce alternatifi verir. Yine söyleyebiliriz ki bu yeni diziler, yeni mizah eserleri, “üretim”den geçse de “hayatın editöründen seçmeler” çizgisini aşamaz ve sonu eti katılaştıran, hazmı zorlaştıran bir sondur. . İster istemez hayattan ve “ben”den uzaklaşmaya, kişiselleştirmeye ve kibire yol açar. Gözlemcinin/seçicinin ekipmanını ve hatta tespitini dışlayan bir kibir var. Galiba teselli bulmalıyız çünkü şöyle bir habere rastlamadık: Umut Sarıkaya’nın yazdığı hangi dizi yayında bilmiyorum.
BİR BAGAJDA 32 HİKAYE
‘İşte Dünya’, kendi dünyasını ve tabii ki bütün bir dünyayı bir bavula sığdırmış seyirciyi yolculuğuna davet ediyor. Öncelikle (girişte her bölüm dönüyor) bir kumsalda dedektör aranıyor, kum kazılıyor, bir bavul çıkartılıyor. Bavulda betacam kasetten SSD’ye kadar çeşitli formatlarda kaydedilmiş görüntüler varken, bir yandan bu kayıtları arka arkaya yayınlıyor ve her parça için bir skeç izliyoruz. İlk bölümde seyyar satıcılar kongresinde motive edici bir konuşma yapan Volkan Öge’yi, hiçbir şey istemeyen misafiri, “renkli” kısıtlamayı ve suç mahallinde tutulmaya çalışılan mezarlığın sözlerini izliyoruz. sahne ve seyyar satıcının sözlerinin çarpıcı, bazen yıkıcıya varan etkisi. İlerleyen bölümlerde kabaca “dolubriz” ve “saçmalık” olarak tanımlayabileceğimiz hikayeleri takip ediyoruz. Öge, Akyol ve Çağlar’ı çeşitli rollerde görüyoruz. Ayrıca her bölümde ünlü oyuncular karşımıza çıkıyor. Eskizlerin ortak yönü güldürmemeleri. Bu yorum ilk başta garip gelebilir çünkü bir mizah dizisinin sizi güldürmesi bekleniyor. Aklıma televizyon örnekleri geliyor. 80’lerin sonundaki eskizlerin sizi güldürdüğünü biliyoruz. Ayrıca iki büyük televizyon kanalının skeç programlarının yaklaşık on yıldır ilgi gösterdiği biliniyor. Pekala, neden ‘This is the World’ sizi güldürmüyor? Bu yargıda gülmek gülmek mi yoksa gülümsemek mi, iki kere düşünmek mi? Hiçbiri… ‘This is the World’ eskizlerini fikir düzeyine indiriyor, konseptin etrafına geyik ilmeğini örüyor ve bir bakıma kendine saklıyor. “Bunlara daha önce gülüyor muydunuz” diyerek büyük bir mizah alışkanlığını reddeden sakin, sınırları aşan bir mizah. Dizinin ilk bölümleri, geyik sohbetini kurgusal bir düzeyde ele almak yerine, eskizlerin kısa ve slogana eğilimli doğası nedeniyle biraz ham kaldığını gösteriyor. Malzemeyi önümüze koyup pişirmemiz bekleniyor. Ayrıca isimsiz bir “herkese hitap etmiyoruz” hezeyanı da konuşma konusudur. Bu bir yanılgıdır çünkü rafine mizah yapıldığında değil alındığında ortaya çıkar. Bu yüzden rafine değil mi? “Biz rafineyiz, aşçı arıyoruz, müşteri değil; gülünce herkes gülmüyor, herkes yemeğini yapamıyor” masaların rezerve edildiğini anlatan, ironik bir şekilde senaristlerimizi papyonlu garsonlara çeviren bir durum. Zaman zaman, güçlü kalemlerden can sıkıcı ve hoş olmayan metinler dökülür.
TRAJİK Mİ, KOMİK Mİ? TARAFINI SEÇ
Bu berbat mı? Göstermek, söylemek, ama kararı mizahla ertelemek tamamen yanlış mı? Ya da daha genel bir ifadeyle: güldürmek için mizahın ön koşulu mudur? Elbette bu karmaşık bir problem ve bu konudaki temel argümanları bile bir yazıya sığdırmak mümkün değil. Yine de söylenmelidir: Mizahı tıpkı trajedi için yorumlayabildiğimiz gibi “ham durumların toplamı” olarak görebiliriz. Trajik ve komik sonuçları insanlığın birikimine dayanarak belirliyor ve bir süreçten sonra ilan ediyoruz. Bu süreç kimi zaman bir olaya dönüşerek kurguya aktarılmakta, kimi zaman da bir fıkraya dönüştürülerek kültür sözcüğüne eklenmek şeklinde olabilmektedir. Mizahtaki kararlılıkla sürecin ortasındaki açı, gülme hareketinde kendini gösterir. Güldürmek de bir anlamda alet ve edevat kullanabilmektir. Komik bir fikir güldürmeyebilir, müstehcen espriler karşı tarafta “kötü” yargılarla karşılanabilir, tüm bu durum(lar) fikir ve fıkraların mizaha dahil olmadığını gösterir ve kültürel yansımada bir emsal ile karşılaşırız. “saldırgan mizah” olarak farklılaştırılır. Saldırgan mizah gülme değil gülme gerilimi yaratır ve gülmenin ahlaki boyutu ağır basar. Aslında bu tam olarak hayatın sonuçları ve yorumlarıyla doğrulanan trajik-komik bir tartışmadır. Bir durumu trajik mi yoksa komik mi bulmalıyız? Saldırgan mizah açısından değerlendirdiğimizde bunu görüyoruz. Bir fıkrayı komik bulduğumuzda toplum baskısını hesaba katar, trajedisini kucaklar ve ortaya çıkan mizahı (gülmek dahil) “ayıplı mal” olarak değerlendiririz. Buradan baktığımızda trajik ve komik sonuçları yansıtan ‘Dünya Var’ın mizahi anlatımına gölge düşürmüyor, kalitesini düşürmüyor. Muhtemelen buradaki asıl sorun, dizinin tespitlere ve fikirlere bağlı kalacağını doğru dürüst ilan etmemesi. “Herkese hitap etmese de” kimseye bildiri göndermemek! Tabii dizinin adı ve senaryo ekibinin tartışması da hayal kırıklığı yaratıyor. Bates Motel Pro’nun sonradan parodisini yaptığı bir video kaydında Yunus Dönertaş, “ama biz çok uçuyoruz” diyen gizemli bir ağabeyden bahsediyordu ve geçen yıl vefat ettiğini öğrendik. Dönertaş’ın anlattıklarına göre o abi “Sen bunları mı içiyorsun” dedikten sonra “güzellik getir” sözü verdi. “Bunlara mı gülüyorsunuz” gücüyle The World Bug, tüm mizahı boynuzların pençesine atarak daha sonra “güzellik getireceğini” iddia ediyor.
* *
‘Dünya İşte Bu’ güldürmeyen ve “sen git Recep İvedik izle” seyircisinden duvarlarını güçlendirmesi beklenen bir dizi. Olayları kesik kesik değerlendirmek yerine kurguyu olağan akışı içinde sunar ve bu doğrultuda sürprizlerden de kaçınmaz; eskiz diline yatkın alternatif ve dinamik bir iş. İşin güzel yanı kendine alternatif olması ve geyiği her yerine düz bir şekilde yayması.
Yazıyı bağlarken serinin genişlediğini ve bavuldan daha nitelikli esprilerin döküldüğünü de belirtelim. Özellikle ülke turizmini konuştukları skeç oldukça güçlüydü ve adeta “bu ülke” dediler. Kumaş bu, makas bu, terzi bu… Kendin ölç!